22 Kasım 2024
  • Özgenur Reyhan Güler: Z kuşağı zehir gibi olacak!

    Özgenur Reyhan Güler: Z kuşağı zehir gibi olacak!

    İletişim çağı ve teknoloji çağına dair tespitleriyle dikkatleri üzerine çeken ve son olarak yazmış olduğu “Her Şeyin Bir Tarihi Var” isimli kitabıyla isminden övgüyle söz ettiren Özgenur Reyhan Güler’le, keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. İçinde bulunduğumuz iletişim çağına ilişkin önemli tespitlerde bulunan Güler, sosyal medya ile kuşatılan hayatımızın yansımalarına ilişkinde ses getirecek analizler paylaştı. Sosyal medyadaki “mükemmel olma” arzusu ve yaşadığımız hayat gerçekliği üzerine tespitlerini aktaran Güler, çocukların ve gençlerin internetle olan yakınlığıyla ilgili de kaydadeğer bilgilerin altını çizdi. Şimdi bu güzel cumartesi günü, gelin bu söyleşiyi okuyalım ve sosyal medyanın hayatımızdaki yerine dair daha çok fikir sahibi olalım…

    İletişim çağında yazmayı, okumayı, kitabınızı ve iletişimi konuşacağız. İnanıyorum güzel bir söyleşi olacak. Ben mesleğinizin gereği sizi çok önemsiyorum. Öğretim üyesi olmak başlı başına bir sorumluluk, bir misyon. Ben 51 yaşındayım, 30 yıllık gazeteciyim. Kitap yazma konusunda kendimi tartıyorum. Yazsam mı yazmasam mı diye? Genç arkadaşlar bu konuda daha cesur. Her Şeyin Bir Tarihi Var kitabını da tartışacağız. Bugün onu da konuşacağız. Söz bendeyken şunu söylüyorum; gençler ve izleyenler adına size çokça soru sormak istiyorum. Sorularıma kısa ve net cevaplar istiyorum. Son günlerin bazı bakanları gibi lütfen beni oyalamayın, net cevaplar istiyorum.

    Ben çok mutluyum, çok uzun zamandır konuşuyoruz seninle bir araya gelelim yayın yapalım diye. Çok yoğun ve çok çalışan bir adamsın. Ben bunu imrenerek izliyorum. Her gün haberler geliyor okuyoruz. Dernektesin, cemiyettesin, halkın içindesin derken bir türlü bir araya gelemedik. İşler, güçler derken sosyal medya bizi buluşturuyor. Hem kitabı, hem de sosyal hayatı konuşacağız.

    Ben 24 saati üçe bölen bir insanım. 8 saat uyku, 8 saat meslek, 8 saatte özel hayat. Şuan size özel hayatımdan zaman ayırarak röportaj yapıyorum. Bu yüzden kıymetinizi biliniz. Ssizin gibi genç, üretken, akademisyen, üreten beyinlere çok güveniyorum. Geleceğimiz sizlerin ve onların elinde. İlk sorum şudur, şuan hangi çağda yaşıyoruz? İletişim mi, teknoloji mi, yeniçağ mı?

    Biz aslında şöyle söyleyeyim, tabii de dijital çağda yaşıyoruz. Her sabah düşünün sevdiklerimize günaydın demeden telefona bakıyor muyuz? Bakıyoruz. Gençlerimiz için söylüyorum oyunda seviyeye geçmeden uyuyabiliyorlar mı? Kız ya da erkek arkadaşımızın sanal ortamın azizliğinde kavga ediyor muyuz ya da diyaloglarımız beni takip ettin-etmedin, beğendin-beğenmedin üzerinde mi. Özel günlerde sevdiklerimizi aramak yerine mesaj mı atıyoruz. Toplu mesajları söylemiyorum bile. Pek çok sosyal ağdan arkadaşımız kim nerede, ne yapıyor gibi durumları takip etme derdine başlıyoruz. Gün içinde bunlara dalıyoruz. Okuldan gelen bir çocuk çantasını bırakır bırakmaz bilgisayar başına oturmuyor mu? Bunların hepsine evet cevabı veriyorsak ki çoğumuz evet diyoruz. Hepimizin bunun farkındayız. İletişim çağında iletişimsizlik sorunu yaşadığımızın da farkındayım. Cep telefonlarımız ve tabletlerimiz sayesinde pek çok şeyi hatırlıyoruz. Arkadaşlarımızla buluşmaya sıkılıp görüntülü konuşmayı tercih ediyoruz. Bunların içinde saymadıklarım da var ama iletişim sorunu yaşadığımız bir gerçek.

    İnternet ortamında milyonlarca insana bağlıyız ama istediğimiz insana bağlıyız mı demek istiyorsunuz?

    Sosyal medyada bir mükemmeliyetçilik ön planda. Herkes en iyi sevgili, anne, eş olarak görünüyor. Benliğimizi en iyi şekilde sunmak, beğenilme arzusu o kadar yaygınlaşmış ki. Biraz da hayatımızı bunun üzerinde yaşıyoruz. Bende kendimi bu konuda eleştiriyorum.

    Bu aslında iyi bir şey değil midir? İnternet ortamında özgürlük. İstediğinizle görüşüp, konuşmak; istemediğinizle uzaklaşmak. Orta çağa gidelim çok meşhur bir atasözü vardır; atımı nereye bağlayayım, dilime bağla derler. Ben size buyur etmeseydim gelmeyecektiniz. İnternette biraz dilim yok. Bu aslında iyi bir şey değil midir?

    Aslında mekân ve zaman olmadığı için özgürsünüz. Tamam, bunu kabul ediyorum ama bu dünyayı simülasyon dünyası olarak kabul edersek; bizde aslında bu dünyada simüle hayatlar yaşıyor olabilir miyiz sorusu da artık benim aklıma geliyor. Simülasyon içinde yaşıyorsak aslında gerçeklik dediğimiz o şeyin, hiper gerçekliğe dönüştüğü, sahte hayatlarında artık yaşamanın zirvesine gelmiş gibi gözüküyoruz. Tamam özgürüz ama ne kadarı gerçek. Bunu da sorgulamak lazım.

    Sizin bir paylaşımınız var kitabınızda önce onu söylemek istiyorum. Okudukça yazan, yazmak isteyen, yazdıkça okuyan âşık bir kadın olarak görüyorum. Bu nasıl bir duygu? Özgenur Reyhan Güler okumaya mı, yazmaya mı, yoksa her ikisine mi âşık? Her ikisine âşıksa ise nasıl idare ediyor?

    Bu geldiğiniz kültürle ve merak duygunuzla ilgili bir şey. Ben çok meraklı bir insanım. Sizde haberci olduğunuz için öylesinizdir. Gerçekleri ortaya çıkarmak merak işidir. Ama ben literatür ve bilimsel tarafındayım. Aileden gelen bir merak kültürüyle birleşen analiz, zihinsel bir birleşim diyebilirim. Dolayısıyla ben okumayı meraklı olarak yapıyorum. Ülkemizde birçok akademisyen gibi diyebilirim. Bunun dışında inanılmaz hiperaktif bir insanım. Bu konuda girişimlerimin bazılarını biliyorsunuz.

    Shakespeare der ki; kalabalıklar önemli değil. Sizin için çarpan kalpler önemlidir. Bende tahmin ediyorum sizde hayata öyle bakıyorsunuz. Okulunuzda fazlasıyla öğrenci vardır. Ama siz belli başlı öğrencilerinizle organizasyon yapıyorsunuzdur. Peki, biz o kalabalıkları da bize benzetmek için neler yapmalıyız?

    Ben aslında bu yeni neslin geleceğinden çok umutluyum. Arkadaşlarımızda bunu zaman zaman tartışırız. Okumayan, hırçın, agresif, başıboş davranan ve bizim gibi bir nesil olmadığından dolayı yakınıyoruz. Ama ben bu konuda gelecek arkadaşlar için biraz iyimser düşünüyorum. Hem okuma alışkanlıklarından hem analitik zekâlarından umutluyum. Bunun gerekçesi nedir diye sorarsanız, tamamen şahsi fikirlerimi söylüyorum. Bizler çok ara bir kuşağız. Mesela ben öyleyim. Hem teknoloji gördüm hem de şuan uç noktasını görüyorum. Daha da görmediğimiz noktaları var. Sizde öylesiniz. Ama bu çocuklar şuan bu teknolojinin içine doğdular. Z kuşağı ve ondan sonra gelecek kuşaklar zehir gibi olacaklar. Çünkü bu analitik zekânın içinde doğdular. Kodlayarak birçok şeyi öğreniyorlar. Biz sonradan öğrenenleriz ama onlar içinde doğdular. Dolayısıyla bilimde, sanatta, teknolojide, uzaya gitmede, tıpta bütün yenilikler aslında şimdi ötekileştirdiğimiz nesil aslında bizi gelecekte bu tavrımızdan dolayı utandıracaklar. Biz onlara manuel kuşak olarak sürekli öğüt vermek yerine biraz onların dilinden konuşmayı biz öğrenmeliyiz. Bizim teknolojiye yaklaşma arzumuzun önemli olduğunu düşünüyorum. Sonuçta bir kitabı eline almakla dijital bir şeyi okumak her anda kaybolacak bir bilgiyi okumak arasında ciddi bir fark var. Biz kitabı eline alıp okuyan nesilleriz. Okumayı insan miras alıp ve bunu bir kültür haline getirip alışkanlık haline getirebiliriz. Bu konuda ailelere biraz iş düşüyor gibi geliyor bana.

    her şeyin bir tarihi var

    Tam burada aklıma şu soru geldi. Nazım Hikmet bugün bu çağın çocuğu olsaydı ne ve kim olurdu? Bu çağın Nazım’ı kimler? Var mı öyle sanatçımız, şairimiz, yönetmenimiz? Varsa biz mi görmüyoruz?

    Nazım Hikmet kanımca aynı kişi olurdu. Aynı Piraye’ye âşık olurdu ve aynı kadınları aldatırdı. Çok fazla var aslında. Ama bizler göremiyoruz. İnanın ki çok ciddi yetenekli beyinler ve güzel yürekli bireyler var. Bu çağda çok Nazım var. Nazım gibi Nazım yok ama bu çağın Nazımları da var.

    Ben 30 yıllık bir gazeteciyim. Yeni bir film izleyip, yeni bir kitap okuyup bunun heyecanına girmek istiyorum. Ama yapamıyorum. Benim hala ofisimde Sezen Aksu’nun 80li yılları çalar. Yeni filmler, müzikler çok çabuk ölüyor. Bunun sebebi bizim aç gözlülüğümüz mü? Fast food tüketim anlayışımız mı? Yoksa başka bir şey mi?

    Kesinlikle bunun sebebi bizim fast food tüketim anlayışımızdır. Nedeni de, o kadar veri dumanı dediğimiz bir çağda yaşıyoruz ki. Veri sürekli gelip, gidiyor ve kayboluyor. İnanılmaz derecede hızlı tüketiyoruz. Buda bizi ses kalabalığına bilginin değersizliğine ulaştırıyor. Eskiden kitabın kokusunu içine çeke çeke okurken şuan bilginin herhangi bir kıymeti yok. Dolayısıyla şuan ki bir Nazım olmazdı ama gençler dijital dünyada çok ciddi işler yapıyor. Edebi anlamda da kıymetli isimler var. Biraz dediğim gibi edebi anlatımında dili değişti.

    90’lı yılların başında bu cümleyi çok sık kullanırdım. Ben ya beş yüz yıl önce gelmeliydim dünyaya ya da beş yüz yıl sonra. Çünkü bu çağın adamı değilim derdim. Ama internet beni biraz bu çağa çekti. İnternet sayesinde hayatımı daha yoğun, aktif yaşıyorum. Özgenur hocam kendini bu çağa ait mi görüyor? Elinde bir sihirli dernek olsaydı hangi çağda yaşamak isterdi?

    Bu çok güzel bir soru oldu. Ben ruh olarak ortaçağ insanıyım. Kabarık kabarık elbiselerin olduğu çağda yaşamayı çok isterdim. Ama bir yanım da teknolojik delisi bir insandır. Sihirli derneğim olsaydı birincisi, doğanın sürdürebilirliğinin devam etmesini isterdim. İkincisi, hakikate ulaşmak için yapılması gerekenlerin insanların kafasına merdivenleri çıkarken basmadan çıkmak için bu erdemde bireyler olmamızı isterdim. Çünkü toplum çok yozlaştı. Üçüncüsü de çocuklar. Çocuklara hiçbir şey olmasın.

    Peki, ortaçağ veya bu çağın insanı olmayan ünlülerden, yönetmenlerden hangisinin bu çağın insanı olmasını isterdiniz? Sebebi nedir?

    Ben müzik aşığıyım. Andrew Lloyd Webber’in operalarını bu çağda tekrar beste yapmalarını ve dinlemeyi isterdim. Aynı keyifle de dinlenilirdi.

    Bulunduğunuz noktadan memnun musunuz? Özgenur hoca 10 yıl önce kimdi ve 10 yıl sonra kim olacak?

    Bulunduğu noktadan memnun ve hedefleri olan bir insanım. Yazarak çalışan bir insanım. Onlu yaşlarımdan itibaren hep beş yıllık hedeflerim olmuştur. Bu hala da öyle. Hedeflere yönelik hayatımı kurguladım. Tabi hayat hep bu matematikten gitmiyor. Dengeler sürekli değişebiliyor. Çalışmayı sevdiğim için akademide ilerlemeyi uygun buldum. İş ne kadar az olursa o kadar öz oluyor. Genç ve dinamik arkadaşlarla olmaktan mutluluk duyuyorum.

    Her şeyin bir tarihi var kitabını yazmaktaki amacınız nedir? Ben hep şuna inanırım insanlara bir bilgi, umut ve akıl vereceksek yazmalıyız. Siz yazarken ne düşündünüz? Okuyucular bu kitapla neler öğrenecek?

    Bir şeyleri yazmak ve bunun kaybolması endişesi yazmamaya yetiyor. Herkes yazıyor ama herkesin okuması farklıdır. Zihin birikimleri, tortuları, süzgeçleri, deneyimleri farklıdır. Bunları iyi bir dille faydalı bir esere dönüştürdüğünüzde literatürde kalıcı oluyor. Aslında buna analiz edecek yazan kişi değil. Biz olmamalıyız. Bunu analiz edecek okuyan kişi olmalıdır. Yazıp yazmamayı düşünmeyelim. Bence kitap yazmalıyız. Size de bunu tavsiye ediyorum. Yarın kaybolacak düşüncesini bir hata olarak görüyorum. Kültürle ilgili bir kitap yazmak düşüncesi, benim akademik yönüm kültür üzerinden geliyor. Kültür üzerinden okudum ve çok fazla gezdim. Dünya üzerindeki her toplumun mirasını tanımlayan ve benzersiz bir şekilde farklı kılan kültürel gelenekleri var. Farklı bakış açılarını bir araya getiren bir kitap olmasını yıllardır arzu ediyorum ama cesaret edip yazma konusunu şimdi başardım.

    Dünyanın zenginliği; yazmak ve okumaktır. Bu ikisini başarırsak birçok şeyi çözeriz. Biz galiba okumayı da yazmayı da bilmiyoruz. Bir söz vardır; konuşma eğitimi alıyoruz, dinleme eğitimi almıyoruz. Bunun gidişi nedir? Bu hatayı nasıl düzeltebiliriz?

    Yine bir nesil çalışmasına giriyorum. Burada konuştuklarımızı her yaştan kişi dinliyor ama herkes anlamak istediği gibi anlıyor. Bizim arzu ettiğimiz okuma kültürü ile yeni neslin okuma kültürü çok çok farklı. Dolayısıyla biz artık onlara yeni okuma kültürünü de adapte etmek zorundayız. Bizler okuduk ve okumaya devam ediyoruz. Yeni nesillere, okuma kültürünü yeni teknolojilerle anlatarak aktarabiliriz. Kitabın kokusunu alacak bir dünyada doğmadılarsa, biz kendi kültürel dünyamızla bunu başarabiliriz. Derslerde de yaptığımız gibi sürekli anlatmalıyız.

    Kitabın devamı gelecek mi?

    Devamı gelecektir. Günlük hayatta yaptığımız, tekrarladığımız her şeyin nasıl ortaya çıktığını ama bunu kitapta ilginçlik tarihiyle anlatmaya çalıştım. Devamını farklı bir konsepte arzu ediyorum. Farklı ülkelerin aynı şeyi nasıl farklı algıladıklarını veya yaptıklarını anlatmaya amaçladığım bir çalışma olacak. 30-35 ülke gezmiş bir insanım. Hala da gezme arzusu olan bir insanım. Farklı kültürleri öğrenmeyi, gezmeyi çok seviyorum. Bunu da yazarak aktarabilirim. Yazma yeteneği olan kim varsa yazmalı diye düşünüyorum.

    Özgenur Reyhan Güler kimdir?

    Lisans eğitimini Kültür Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi, Sanat Yönetimi Bölümü’nde tamamladı . İstanbul Bilgi Üniversitesi “Kültür Yönetimi” bölümünde yüksek lisans eğitimini tamamladı. Tez konusu “İstanbul İlçelerindeki Demografik Yapının, Yerel Yönetimlerin Kültür Politikaları Üzerindeki Etkisi ‘Bayrampaşa Belediyesi Örneği ” Eğitim hayatına Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Halkla İlişkiler Doktora programında Kültürlerarası İletişim çalışmalarıyla devam ediyor. Birçok kültür sanat projesinde yönetici olarak görev aldı. 20 ülkede uluslararası ve kültürel organizasyonlar yönetti. 2008 – 2010 sezonu Beyoğlu Belediyesi Kültür Müdürlüğü’nde Kültür Koordinatorluğu görevini üstlendi. 2010-2017 yılları arasında Kültür-Sanat Koordinatorlüğü görevini, Kültürel organizasyonlar ve projeler ile sürdürdü. 2013-2017 yılları arasında İstanbul Aydın Üniversitesi, Türkiye Araştırmaları Merkezi (TAM), Kent ve Kentlileşme Araştırmaları Koordinatorlüğü’nde Proje Danışmanlığını yapmış, bu kapsamda “Birleşmiş Kentler Okulu” Kent üzerine panel dizisini tarihi mekanlarda uzman isimler ile gerçekleştirmiştir. İstanbul Aydın Üniversitesi Anadolu BİL M.Y.O. ‘da Öğretim Görevliliği yapmış, Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler, Davranış Bilimleri ve Psikolojisi, Yerel Yönetimlerde Organizasyon Yapısı, Belediyelerde Stratejik Yönetim, Reklamcılığa giriş, Yerel Yönetimler ve Sanat dersleri vermiştir. 2017 itibariyle Altınbaş Üniversitesi Görsel-İşitsel Teknikler ve Medya Yapımcılığı Bölümü, Görsel İletişim Programı’nda, 2020 yılı itibariyle Güzel Sanatlar Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema Bölümünde öğretim görevlisidir. 2019 ve 2020 akademik yılında Yılın en iyi Akademisyeni ödüllerini aldı. Eş zamanlı olarak Marmara Üniversitesi, Atatürk Eğitim Fakültesi,Güzel Sanatlar Eğitimi Anabilimdalı bünyesinde ise Kültür ve Sanat Yönetimi, İletişim Becerileri, İnsan İlişkileri ve İletişim dersleri vermektedir. Fütürist Eğitim Kurumları’nın kurucusudur. YÖK bünyesinde kamu diplomasisi kültürel diplomasi komisyonları üyesi, İBB Göç politikaları komisyonu üyesi, Fütüristler Derneği, Fütürizm Eğitim Programları Grubu üyesidir.

    Röportaj: Mehmet Mert

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir