KAGİDER’in (Türkiye Kadın Girişimciler Derneği), alanında uzman konukları konuşmacı olarak ağırladığı, gelenekselleşen ve pandemi döneminde dijitalde süren Kahvaltı Toplantıları etkinliğine kasım ayında KONDA Araştırma ve Danışmanlık Şirketi Genel Müdürü Bekir Ağırdır konuk oldu.
Emine Erdem: ‘İşlerimizi sürdürmeye çalışırken genel tabloyu anlamak önemli’
Toplantının açış konuşmasını KAGİDER Başkanı Emine Erdem yaptı. Erdem, konuşmasında şu ifadelere vurgu yaptı: “Pandemi nedeni ile zor günlerden geçiyoruz. Bekir Bey’in de belirttiği gibi bir ‘çağ değişimi’nin gerçekleştiği bu dönem, girişimcilere iş yapış ve çalışma süreçlerini güncelleme gereğini dayatıyor. İkinci dalganın Avrupa’yı ve ülkemizi vurduğu bu dönemde işlerimizi ayakta tutmak ve sürdürmek için çalışırken, çevremizdeki ekonomik, siyasi ve sosyal tabloyu daha net görmemiz hiç kuşkusuz daha doğru kararlar almamıza yardımcı olacaktır.”
Bekir Ağırdır: ‘Pandemi krizini bireyler de devletler de kavramakta zorlandı’
Bekir Ağırdır ise ardından ‘Hikâyesini Arayan Gelecek’ kitabı ekseninde, içinden geçtiğimiz dönemi ve geleceği irdeleyen ilham verici bir konuşma yaptı. İşte Ağırdır’ın konuşmasından satır başları:
“George Orwell’ın 1984 romanını herkes bilir. Ama herkesin bildiği 30 sene sonranın hayatına dair olumlu bir hikâye yok elimizde. Çünkü biz gelecek derken hep olumsuz bir hikâyeye odaklandık ve geleceği öngörmeye çalışmayı ıskaladık. Halbuki şu anda, yani içinden geçtiğimiz bu pandemi sürecinde felaket hemen önümüzde. Ama geleceğe dair distopyalar üretmekten öteye geçip onu düşünen bir hikâyemiz olmadığı için, zihnimiz bu pandemi krizini kavramakta zorlandı. Üstelik sadece bizler değil, ülkeler ve devletler de kavramakta zorlandı.
Hepimiz aslında durumun vahametini tahmin ediyorduk ama ülkede günlük yeni 27 bin vakanın açıklandığını duyduğumuz anda gerçeği kabullenmeye başladık. Şimdi herkes işlerini, çalışma biçimlerini revize etmeyi, yani hâlâ pazarlık aşamasında olduğu süreçleri bu vaka sayısını duyduktan sonra gerçekten yeniden düşünecek.”
‘Türkiye toplumunda çevre konusunda müthiş bir duyarlılık artışı var’
“Hayatımızda değişim gereğini doğuran şey sadece pandemi değil. Uzun süredir iki sebepten ötürü bu değişime ihtiyaç var. Birinci sebep, yerkürenin ritminin değişmiş olması. Şöyle açıklayayım; insan vücut ısısı 36 dereceydi ve bizim tüm yeme içmemiz, giyinip kuşanmamız, her şey buna göreydi. Hâlbuki yerkürenin ısısının yükselmesiyle şu an vücut ısımız 38 dereceye yükselmiş durumda ama biz hâlâ 36 dereceye göre yaşıyoruz.
Üretim ve tüketim biçimimizi aynen bu şekilde sürdürerek, yani yerküre ile ilişkimizi yeniden tanzim etmeden geleceğe bakmak, bu yaşamı sürdürülebilir kılmak mümkün değil. Henüz üretim ve tüketim modellerimizde, hayat tarzımızda esaslı bir değişim yapmadık. Her birimizin duyarlığı artıyor. Türkiye toplumunda da çevre konusunda müthiş bir duyarlılık artışı var. Sokaktaki insan yeşil hareketin kullandığı jargonla konuşmadığı için bu duyarlılığın hangi boyutta olduğunu kavrayamıyoruz. Artık iş dünyasında da sadece ‘ben bu konularda duyarlı bir markayım’ mesajını vermekten öte bir düşünce biçimi, bir tarz ve tavrı sahiplenmek lazım. Yani, temel karakterimizin buna dönüşmesi gerekiyor.”
‘Bugün hıza dayanıklılık, mali dayanıklılıktan çok daha temel bir ihtiyaç’
“Değişim gereğini doğuran ikinci sebep ise gündelik hayatın ritminin değişmiş olması. Son yıllarda dijitalleşmenin etkisiyle girdiğimiz ‘hız’ çağında bugün pandeminin de etkisiyle zaman ve mekândan bağımsız iş yapmaya, ilişki sürdürmeye başlamış durumdayız. Örneğin, hayatınızın en büyük ihracatını dün gece Whatsapp’tan yapmış olabilirsiniz. O anda yönetim kurulundan onay almalı mıyım diye düşünmeniz mümkün değildir. Bu kadar zamandan ve mekândan bağımsız iş yapmaya başladığınız zaman, son derece esnek örgütlenme yoluna gidiyorsunuz. Bunun ürettiği iki temel gereksinim var. Birisi hız, hıza dayanıklı olmak… Hıza dayanıklı olmak, bugün mali dayanıklılık ya da alacak-borç dengesinden çok daha temel bir ihtiyaç. İkinci sonuç ise, hiyerarşilerimiz alt üst oluyor. İnsan zihninin bir iş akış mantığı var. Bu, şirket, ülke, dernek, ilişki yönetirken de böyle. Yani bizim zihnimiz belli bir doğrultuda çalışıyor. Ama bugün görüyoruz ki hayatta ve yer kürede ışık doğru bir çizgide yürümüyor, sıçrıyor.”
‘Eskiden kamera ve mikrofon sadece sözcünün elindeydi, şimdi herkesin elinde var’
“Bugün bir politika üretirken hangi sonuca varacağından artık 30 sene önceki kadar emin değilsiniz. Türkiye’deki insanların %85’i artık internete dâhil. %70’e yakınının evinde bilgisayar var. 30 yaş altı kuşağın %98’i akıllı cihaz sahibi. Eskiden kamera ve mikrofon sizin elinizdeydi, siz oradan karşı tarafın bilmesini istediğinizi, bilmesini istediğiniz kadarıyla veriyordunuz. Ama artık bütün toplumda kamera ve mikrofon var. Yani konuşulan şey sadece sizin bilinmesini veya konuşulmasını istediğiniz şey değil artık. Siz sosyal medyanızdan markanıza ilişkin bir şey söylüyorsunuz, birkaç saniye sonra ‘öyle değil böylesiniz, çünkü bu yüzden’ deyiveriyorlar.”
‘Senaryolarla yönetim mantığını benimsememiz lazım’
“İletişim denen şey artık konuşmak değil, susmak ve dinlemek üzerine olmalı. Haberin, bilginin ve deneyimin anonimleştiği bir zaman aralığındayız. Bu ülke hep birlikte kendini yenide keşfediyor. Bu durum, iş dünyamızı ve her şeyi etkiliyor. Artık çok aktörlü ve çok boyutlu bir hayattan bahsediyoruz. Karşımızdaki hayatın belirsizlik esaslı olduğunu kavramamız lazım. Yönetim mantığımızı ‘senaryolarla yönetim’e dönüştürmemiz lazım.”
‘Bütün dünyada sırtını %50’lere dayamış siyasi iktidarlar var’
“Son 9 yıldır bütün dünyada, Yeni Zelanda gibi birkaç istisna dışında, sırtını %50’lere dayamış popülist siyasi iktidarlar mevcut. Bütün ülkeler ikiye ayrılmış durumda. Trump gibi, Putin gibi, Sarkozy gibi insanları korkuyla yönetmeye çalışan devlet yöneticileri hâkim. Hâlen pandeminin doğurduğu küresel ekonomik krizin boyutlarını anlamış değiliz. Bu ekonomik krizin yakın gelecekte nasıl bir küresel siyasi kriz doğuracağının da farkında değiliz. Türkiye daha sanayi toplumu olmayı başaramadı. Laiklik, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi sorunlarını çözümleyemedi; gelir adaletsizliği ve yoksulluğun nasıl kesinleştiğini yaşıyoruz.
Ben içinden geçtiğimiz sürece ‘küresel ara buzul dönem’ diyorum. Türkiye bu süreci yönetilmeden yaşıyor. O yüzden yaşadığımız sorunların şiddeti daha yoğun gibi görünüyor. Ama bir yandan da küresel bir sorunu konuştuğumuzu bilmeliyiz. Zihin dünyasına kısıtlar koymadan özgürce yeni dünyanın bilgisini, yeni hayatın bilgisini üretmeye ve o bilgiden vücut bulan yeni bir hikâye yazmaya ihtiyacımız var.”